Türkiye ekonomisi oluşturan şirketler hakkında 2 tane yalın ve çarpıcı istatistik var. 1. İstatistiğe göre bu şirketlerin %95’i aile şirketi. 2. İstatistiğe göre ise bu şirketlerin %99’u KOBİ yani küçük ve orta büyüklükte işletme! Basit bir çıkarımla Türkiye ekonomisinin oldukça anlamlı bir kısmının küçük ve orta ölçekli aile şirketlerinden oluştuğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla aile şirketlerinin sorunlarını çözmek ve onların dünya standartlarında rekabet edebilmelerini sağlamak Türkiye’nin ekonomik sorunlarını büyük bir ölçekte çözmek anlamına geliyor. Bu sebeple, danışmanlık sektöründe gerçekleştirdiğimiz projelerde elde ettiğimiz tecrübelerin ve akademik araştırmaların ışığında kaleme aldığımız yazı dizimizi Aile Şirketlerinin sorunlarının çözülmesi ve bu süreçte İnsan kaynakları Departmanının yapabilecekleri üzerine inşa ettik. Özen ve Şevk ile hazırladığımız yazı dizimizi okurken faydalanmanız ve beğenmeniz dileğiyle.
Peki kimler neleri, neler kimleri dönüştürüyor?
Aile Şirketleri ve İK uygulamaları ekseninde durumu ele almadan evvel hızlıca İş İnsanlarının Sosyal ve Ekonomik hayatlarında “maruz” kaldıkları olayları bir hatırlayalım.
Dijitalleşen Birey Dönemi: Bu dönemi günümüzde tanımladığımız anlamıyla “hissedilen teknolojinin” günlük hayatımızı donatmasının ilk adımı olarak nitelendirilebiliriz. Bu ilk adım, Kuşaklar literatüründe 1980-1999 yıları arasında doğanları işaret eden ve kendisinden önceki tüm kuşaklara göre Büyük Kırılım olarak nitelendirilen “Y Kuşağı”nın sonuna ve özüne uygun olarak yeni bir kültürün ve davranış kalıbının temsilcisi olan “Z Kuşağı"nın da başlangıcına denk gelmektedir.
Kuşaklar arasında gözlenen değişimler, özü itibariyle bireylerin temel değer setleri ve kişilik motivasyonlarının da keskin bir çizgiyle farklılaşmasına işaret eder. Bu değişimlerin temel etmeni olan teknoloji ekseninde yaşananları anımsadığımızda, aklımıza hemen kemer kılıflarında taşınan, ankesörlü telefon büyüklüğündeki cep telefonları ve bir nesli sabır küpü yapan internetten şarkı indirmek için (dosya büyüklüğü olarak ortalama 4,5 mb) bilgisayar başında bekleyerek geçirilen saatler gelir.
“Dijitalleşen birey dönemi” iletişim bilimleri açısından irdelendiğinde Marshall McLuhan’ın “Global Köy” olarak tanımladığı “Yeni Dünya” önermesinin de başlangıç noktasıdır. McLuhan’a göre Global köy; sürekli gelişen kitle iletişim araçlarının zaman ve mekan kavramını yok ederek dünyayı küresel bir köye evirdikleri ortamdır. Bu ortamda oluşacak iletişim çağında "mesaj" kavramı esas anlamını yitirerek "araç" mesajın kendisine dönüşecektir. Her yeni iletişim teknolojisi hiç farkında olmasak da dünyayı başka biçimde algılamamıza yol açmaktadır. McLuhan’ın günümüzde iz bırakan bu görüşlerinin ışığında yukarıda örneklenen bilgisayar & internetin evlerde kullanımının başlaması ve cep telefonun icadı Dönüşerek Dijitalleşen bireyin somutlaşmasının ilk adımını oluşturmaktadır. Dijitalleşen Birey Dönemi sonuç olarak iletişimin günlük hayata sirayet etmesi ve inanılmaz bir hızda likitleşmesi ile kültürel takasların yüksek derinlikli şekilde yaşanmasına hizmet etmesi açısından Marshall McLuhan’ın söylemini haklı çıkarmıştır. Kısacası cep telefonları ve 56k modemler insanlık tarihinin belki de en hızlı dönüşümünü bizlere armağan etmiştir.
Dijital Hizmet Sunan Şirketler Dönemi: 2000’li yılların ortalarından itibaren teknoloji şirketleri ve bize sundukları ürünler hayatımıza girmeye başladı. Bu ürünler ile sanal bir ortamda bir araya gelmek ve satın alma işlemini gerçekleştirmek tüketicisi için oldukça yeni ve farklı bir deneyim fırsatı sunuyordu. Artık zamandan ve mekandan bağımsız olarak ihtiyacını giderme fırsatı bireyin parmaklarının ucuna gelmişti. Böylelikle gerçek ve sanal ortam yıkılıp yeni bir gerçeklik düzeni inşa ediliyordu. Yani Turkcell, Amazon, Google, Apple, Yemek Sepeti gibi digital hizmet sunan gerçek yapılar tüketim dünyamızda başrolü alıyordu. Dolayısıyla bu dönemde iş dünyasında yeni iş yapma şekilleri ve yeni meslekler de şekillenmeye başladı. Dönemin anahtar sözcükleri arasında Girişimcilik, Silikon Vadisi, Melek Yatırımcılık, Yatırım Sermayesi gibi kavramları sayabiliriz.
Sanayi Şirketlerinin Dijitalleşmesi: Bu dönem, Almanya’da 2010’da başlayan ve diğer sanayileşmiş ülkelerde hızlıca takip edilen sanayi 4.0 akımının yaşandığı dönemi işaret etmektedir. Artık sanayi ve üretim işleri de Digital teknolojiyle ele alınmalıydı. Üretim Şirketleri üzerinden Sanayi 4.0 kavramını anlamaya çalışırken günlük hayatımızda da teknolojik dönüşümün bombardımanı bitmiyordu. Dönemin anahtar s.zcüklerini Robotik teknolojiler başlığında adlandırabiliriz.
Ekosistemin Dijitalleşmesi: Dünyada akıllı telefon kullanıcı sayısının 2017 yılında 4 milyara ulaştığı belirtiliyor. Bu doğrultuda özellikle 2010’lu yılların ortalarından itibaren hayatımızın her yerinde teknolojiyle hercümerç bir yaşam sürmeye oldukça alıştığımızı söylememiz mümkün görünüyor. M2M, Nesnelerin İnterneti, Yapay Zeka gibi kavramlar gündemimizden eksik olmuyor. Robotların insanları işlerinden etme tehlikesi, yapay zekanın kamu ya da özel sektörde çeşitli sistemleri ele geçirebilme riski ile birlikte tartışma programlarında derinlemesine ele alınıyor. Angry Birds gibi bize “Arttırılmış Gerçeklik” sunan oyunlarla gerçek ve sanal artık daha da iç içe...
Sonuç olarak gelecek büyük icadın ve kavramın ne olduğunu görmek ve deneyimlemek için beklediğimiz bu noktada, 96 yılında bir arkadaşımın aldığı cep telefonuyla “cep telefonu senin ne işine yarayacak” diyerek dalga geçtiğim için pişmanlık duyduğumu itiraf etmeliyim.
Dönüşümü Yaratanlar?
Önceki paragraflarda temel etkenleri ve göstergeleri ile açıklamaya çalıştığım Dönüşüm sürecini yaratan ya da ilk başta adapte olabilen yapıları incelediğimizde ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel alanlarda gelişmişlik seviyelerinin yüksek olduğunu ve eğitim sistemlerinin çok iyi çalıştığını rahatlıkla görebiliyoruz.
Dönüşümün Şirketler ve Ekonomi Üzerindeki Etkileri
Accenture’ın gerçekleştirdiği “Dijitalleşme Endeksi” çalışması dijitalleşme ile şirketlerin karlılığı arasında pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmaya göre belli bir seviyede teknoloji kullanımına ulaşan şirketlerin, Faiz ve Vergi Öncesi Kar (FAVÖK) marjlarında ortalama %1’lik bir artış yarattıklarını gösteriyor.
Interbrand 2017’ye göre Dünya’nın en değerli 2 markası Apple ve Google. İlk 10 marka arasında da 6 teknoloji markası bulunuyor. İstatistikler 2020 yılında dijital ekonominin, küresel ekonominin %25’ini oluşturması bekleniyor. Telekomünikasyon ve finans sektöründe yer alan bir çok firma artık kendisini teknoloji şirketi olarak tanımlıyor. Yapılan araştırmalara göre, Amerika’da 2000-2008 yılları arasında 5.8 milyon kişinin işini kaybettiğini ve bu rakamın %80’inin teknoloji ve dijitalleşmenin doğrudan ya da dolaylı etkilerinden kaynaklandığını gösteriyor.
Nordstörm ve Ridderstrale’nin Funky Business adlı kitabında tanımladığı üzere bizler Fazlalık Çağı’nda yaşayan bireyleriz, kendi tanımlamaları ile “Her şeyden o kadar fazla var ki. Daha fazla seçenek, daha fazla eğlence, daha fazla tüketim, daha fazla rekabet. Bizler bir aşırılık dünyasına, bolluk çağına girmiş durumdayız”. Böyle bir ortamda tüketim dünyası gerçekliğinin en istemeyeceği durumların başında genç nüfusun azalması geliyor. İstatistiklere baktığımızda dünyada doğum oranlarının %1,89 ile son 50 yılın en düşük seviyesinde olduğunu g.rüyoruz. Türkiye’de de durum benzer şekilde; son 7 yılın en düşük doğum oranlarına sahibiz. Diğer taraftan bakıp doğmuş olanların tercihleri açısından durumu değerlendirecek olursak deneyim odaklı bir nesil yetişiyor. Yaşadığımız Dijital Dönüşüm “Remote Work” (uzaktan çalışma) kavramını hayatımıza sokmuş durumda. Harward Business Review’un 2016 yılında yaptığı bu noktayı destekler nitelikteki araştırmasına göre, 2035 yılında 1 milyar dijital göçebe (digital nomad) mekandan bağımsız freelance çalışma modelleri ile iş hayatında aktif rol alacaklar. OECD araştırmasına göre bugün doğacak çocukların %65’inin yapacakları meslekler henüz keşfedilmedi bile.
Tüm bu saydığımız istatistiklerin ve tespitlerin ışığında söyleyebiliyoruz ki; artık işin kendisi de, işi yapma şeklimiz de dönüşmüş durumda. iş insanları olarak bireysel ve toplumsal ölçekte ekonomik ve sosyal refahı yakalayabilmemiz için önceki bölümlerde açıklamaya çalıştığımız dönüşümü tüm boyutları ile anlamak ve adapte olmaktan başka seçeneğimiz yok gibi gözüküyor.
Yazı dizimizin 2. Bölümünde Türkiye ve Dünya ekonomisinin önemli bir kısmını oluşturan Aile şirketlerinin “Yıkıcı İnovasyon” çağında dönüşüme nasıl adapte olması gerektiğini ele alacağız.
Okurken faydalanmanız ve yazımızı bolca paylaşmanız dileğiyle...